Kapalı Çarşı'da Küçük Bir Gezi - A Little Tour on Grand Bazaar (Tr-En)

in #hive-18875329 days ago

Turkish

For English, please click here.


Herkese merhabaaa!!

Umarım iyisinizdir ya da iyi olmaya çalışıyorsunuzdur. Ben yorgunum yine. Bugün teyzemlerden Silivri'ye geri döndüm ve tahmin edersiniz ki oldukça yorucuydu. Bütün eşyaları taşımaya çalışmak bile başlı başına bir sorunken ben aynı zamanda üşüyordum da.

Sebebini bilmiyorum ama bu yıl da çok üşüyorum. Sanırım o eski soğuk dayanıklılığımı kaybediyorum. Ah bu sevgi beni çok yumuşattı 🫠 Sürekli sıcak arar oldum. Neyse.

Untitled.png


Dün benim ilaç yazdırma günümdü bu yüzden İstanbul Üniversite Hastanesi Çapa Yerleşkesi'ne yolum yine düştü. Buradan sonra Nabi ile konuşup bir yerleri görmek isteyip istemediğini sordum ve o da evet dedi. Açıkçası Kapalı Çarşı'ya gitmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu yüzden aklıma direkt orası geldi ama pişman da oldum.

Nasıl yani?

Kapalı Çarşı artık eski Kapalı Çarşı değil. Her yer hâlâ arap alfabesinin yazılı olduğu yerlerle kaynıyor ve bu benim midemi bulandırıyor açık konuşmak gerekirse.

Neyse...

Hastaneden çıkar çıkmaz tramvaya binip Beyazıt-Kapalı Çarşı durağında indim. Yolda tekerlekli sandalyede çok tatlı bir teyze vardı. Ona kendimi gülümsemekten alamadım. O da bana hemen nereye gittiğimi sordu. Meğerse kendisi Alzheimer hastasıymış ve beni kızının gençliğine benzetmiş. Onlardan ayrılınca bana gitme dedi ve benim kalbim çok kırıldı. Gerçekten zor bir durum.

Buradan sonra babaannemi hatırlayıp kendimi biraz zor tuttum her ne kadar onu iyi hatırlamasam da. Neyse ki Nabi ile konuşuyordum da ilacım hemen dermanım oldu.

Sonrasında ona yolları göstererek ilerledim.

20241015_143141.jpg


Meşhur Kapalı Çarşı yazısının olduğu kapıdan içeri girdim ama kapı kısmı çok kalabalık olduğundan bir süre fotoğraf çekemedim ne yazık ki. Sonrasında da unutmuşum. Nabi hatırlattı ya da ben birisinin fotoğraf çektiğini gördüm. Tam emin değilim bu noktada.

Gözüme çarpan her şeyi Nabi'ye de gösterirken oldukça saçma bir şekilde konuştuğumu hatırlıyorum sadece. İnsanların sürekli üzerime "Hello! Hi love!" diyerek gelişleri çok sinirimi bozdu. Burada çoğunluk yabancı artık. İnsanları gördüğünüzde anlıyorsunuz. Asıl sebeplerden birisi ise bu utanmaz esnafların bir adet tişörtü 3000 TL'ye satıyor olması bence.

Çok terlemiştim ve yeni bir tişört arıyordum. Nereye sorsam 1000 TL'den aşağı bir fiyat söylemedi. Bunların kafası uçmuş. En sonunda dayanamayıp birisine;

"Abi burası Kapalı Çarşı ne bu fiyatlar böyle?! Esnaflığınızdan utanın." dedim. Pişman değilim. Aklım hâlâ söyleyemediklerimde.

En sonunda ise ucuz bir tane tişört buldum fakat bedeni çok küçüktü. Sadece small kalmış ellerinde ve bana bırakın small bedeni medium bile zor olurdu. Bu yüzden bu arayışı o noktada bıraktım.

20241015_143436.jpg


Sonra geçenlerde konuştuğum halılar aklıma gelince çarşının o kısmına ilerledim. Nabi'ye gerçek ipekten halıları gösterebilmek için. Mağazanın içine girmek bile istemedim çünkü zaten kalabalıktı. Sadece dışarıdan detaylı gösterip fotoğraf çektim ve kuyumcular kısmına ilerledim.

20241015_143807.jpg


Aklımda asıl olan şey bir süredir Nabi için aradığım bir bileklikti. Şu zamana kadar gözüme takılan güzel bir şey olmadı. Birkaç tanesine detaylı bir şekilde baktım fakat tahmin ederseniz ki buralar genelde kadınlara yönelik takıları vitrinlere koymayı pek bir seviyor.

Biraz ilerleyince yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz vitrinle karşılaştım. Gümüşten Atatürk portresi ilk dikkatimi çekendi fakat incelemeye devam ettikçe daha da ilgi çekici bir hâle geldi. Nabi bana o kısımda bir şeyler anlattı fakat kalabalık ve gürültüden ben bir şey anlayamadım.

20241015_145053.jpg


Yürüdükçe yürüdüm. Artık esnafların bana "Hello" değil de "Merhaba" dediği kısma kadar geldim. İşte benim bildiğim Kapalı Çarşı. Eskiden hatırlıyorum okul alışverişimizi, düğün alışverişimizi ve daha nicesini ucuz diye buradan alırdık. Şimdi bundan eser kalmamış. Basit bir el fanı 200 TL idi. Şaşırdım kaldım.

Buradan sonra acıktım ve yoruldum açıkçası. Daha gidecek yolum olduğunu düşününce de hava kararmasına yakın evde olurdum bu yüzden yola çıktım.

20241015_151815.jpg


Benim burnum yine deniz kokusunu bulmuş Galata Kulesi'ni gören kısma çıkıverdim yine. Yani Mısır Çarşısı'na. Tabii bu yazıyı boş görünce de bir fotoğraf çekiverdim hemen.

Buradan tekrar içeri girip Sirkeci tarafına ilerlemeye başladım çünkü aklımda Marmaray kullanarak Küçükçekmece'ye oradan da Avcılar'a geçmek vardı. En kısa ve daha az kalabalık olan yoldu diye düşündüm.

20241015_152322.jpg


Buradan meşhur Kuru kahveci Mehmet Efendi'ye denk geldim. Buranın kahvesi İstanbul'un en güzelidir. Kim ne derse desin ama günün o saatinde ve kalabalığında kesinlikle o sırada duramazdım. Bu yüzden bir sonrakine kendime söz vererek bu seferlik pas geçtim.

20241015_152602.jpg


Her ne kadar restorasyon çalışmaları ile "yeni gibi" (bence tarihi dokunun korunması gerekiyordu) olmuş. Oldukça temiz. Bu kısımlar o kadar da kalabalık değil. Sebebi ise kendini hemen belli ediyor. Baharatlara ve çaylara güzel koksunlar diye parfüm sıkmaları. Bu kokular bilmeyen birinin bile burnuna çok çirkin gelir.

Buradan çıktığımda ise meşhur PTT binasına vardım. Hâlâ çok görkemli görünüyor bu bina.

20241015_153321.jpg


Teşları sapasağlam diyeceğim ama sanki bu bina da bir restorasyon faciasının eşiğinden dönmüş gibi. Neyse. Burada ilerleyip hâlâ Nabi ile konuşmaya devam ederken bir anda gözüme bir şey çarptı.

Pul Müzesi

20241015_153629.jpg


Ben açıkçası daha çok pul görmeyi bekliyordum. Çoğu sadece pankartlara baskıydı. Geri kalanınaysa zaten sahiptim. Ben en azından birazını satın alabileceğimi falan düşünüyordum ama ne yazık ki olmadı.

Sonra orada çalışan hanımefendiye takipli kartpostal gönderip gönderemeyceğimi sordum. Hayır dedi. Bunlar sadece sembolikmiş ve gitmesi gereken yere ulaşmıyormuş ki en son denememde de olan buydu.

Nabi'ye, direkt adresine, göndermeye çalıştığım kartpostal ona hiç varmadı. Halbuki o kartpostalı çok severdim. Olsun. Bir dahaki sefere takipli göndereceğim.

Buradan sonra ise 1,5 saatlik bir Marmaray ve otobüs yolculuğundan sonra neyse ki eve varabildim. Yolda da gördüğüm elinde bebeği olan bir çiçekçiden bütçemin yettiği kadarıyla bir çiçek aldım.

Buranın Romanları onurlu insanlardır. Ekmek paralarını kazanmaya çalışırlar sadece. Hayatın onlara adil davranmadığını bildiklerinden yapabildikleri şeyleri yaparlar. Hâlâ emzirdiği bebeğiyle o rüzgârda çiçek satmaya çalışması gibi.

20241015_194943.jpg


Bu minik renkli çiçekler çok güzel göründüler gözüme. Nabi'nin mavisini hatırlattılar bana. Sabah da kendime mavi bir çiçekli toka almıştım. Bir de hırkam da maviydi. O gün benim için Nabi mavisiydi anlayacağınız. Ben onu tekrar arayıp bu çiçeği gösterirken beyefendi "ne gereği var?" başlıklı sorularını sordu. Bende ısrarla bu senin mavin dedim ama dinletemedim.

Şu anda bu çiçekler halam gözü gibi bakıyor. Çok dayanmayacaklarını biliyorum fakat yine de güzeller ve bence satın alınma amacı da güzel. O yüzden varsın solsunlar 2 saat sonra.

Neyse. Bugün de çok zırvaladım. Kendimi biraz yorgun biraz da melankolik hissediyorum. Ayrıca bu yazının da gezi yazısı olmadığını bildiğimden değerli topluluğumuzda paylaşıyorum. Biraz canlılık gelsin içimize.

Yarın görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin, sağlık ve sevgiyle kalın ve lütfen unutmayın ki;

Bu dünyada sizden başka bir tane daha yok.

ailithy.png


flower.png


Hello, everyone!

I hope you are well or are trying to be well. I am tired again. Today I went back to Silivri from my aunties and as you can imagine it was quite tiring. Even trying to carry all the stuff was a problem in itself and I was cold at the same time.

I don't know why, but I'm very cold this year too. I think I'm losing my old cold resistance. Oh, this love has made me so soft 🫠 I'm constantly looking for warmth. Anyway.


Yesterday was my medicine prescription day, so I went to Istanbul University Hospital Çapa Campus again. After that, I talked to Nabi and asked him if he wanted to see some places and he said yes. To be honest, it had been a long time since I had been to the Grand Bazaar. That's why I immediately thought of that place, but I regretted it.

What do you mean?

Grand Bazaar is not the old Grand Bazaar anymore. It's still full of places with the Arabic alphabet written everywhere and to be honest, it makes me sick.

Anyway...

As soon as I got out of the hospital, I took the tram and got off at the Beyazıt-Grand Bazaar stop. There was a very sweet aunt in a wheelchair on the way. I couldn't help smiling at her and she immediately asked me where I was going. It turned out that she had Alzheimer's and thought I looked like her daughter when she was young. When I left them, she told me not to go and my heart was very broken. It is a really difficult situation.

After that, I remembered my grandmother and held myself a little hard, even though I didn't remember her well. Fortunately, I was talking to Nabi and my medicine immediately became my remedy.

Then I proceeded by showing him the paths.


I went in through the door with the famous Grand Bazaar sign, but unfortunately I couldn't take photos for a while because the door was very crowded. Then I forgot about it. Nabi reminded me or I saw someone taking photos, I'm not sure at this point.

I just remember that I was talking quite nonsensically while showing Nabi everything that caught my eye. It annoyed me a lot when people kept coming up to me saying ‘Hello! Hi love!’. The majority here are foreigners now. You understand when you see people. I think one of the main reasons is that these shameless shopkeepers sell a t-shirt for 3000 TL (87.81 USD).

I was very sweaty and I was looking for a new t-shirt. Wherever I asked, no price was less than 1000 TL (29.27 USD). They're out of their minds. Finally, I couldn't stand it and asked someone;

‘Brother, this is the Grand Bazaar, what are these prices! Shame on you for being a shopkeeper.’ I don't regret it. My mind is still on what I couldn't say.

Finally, I found a cheap t-shirt, but it was too small. They only had a small left and it would be difficult for me to get a medium, let alone a small. So I gave up this search at that point.


Then I remembered the carpets we were talking about recently, so I went to that part of the bazaar. To show Nabi the real silk carpets. I didn't even want to go inside the store because it was already crowded. I just showed it in detail from the outside, took some photos and went to the jewellers' section.


I've been looking for a wristband for Nabi for a while. Nothing good has caught my eye so far. I looked at a few of them in detail, but as you can guess, these places usually like to put women's jewellery in the shop windows.

The silver portrait of Atatürk was the first thing that caught the eye, but as I continued to examine it, it became more and more interesting to me. Nabi told me something in that section but I couldn't understand anything due to the crowd and noise.


I walked and walked, until I came to the part where the shopkeepers said ‘ Merhaba’ to me instead of ‘ Hello’. Here is the Grand Bazaar as I know it. I remember in the old days we used to buy our school shopping, wedding shopping and many other things here because they were cheap. Now there is no trace of this. A simple hand fan was 200 TL (5.85 USD). I was surprised.

I got hungry and tired after this place. When I thought that I still had a long way to go, I would be home close to dark, so I set off.


My nose found the smell of the sea again and I went up to the part overlooking the Galata Tower. I mean the Spice Bazaar. Of course, when I saw this sign empty, I immediately took a photo.

From here I went back inside and started heading towards Sirkeci because I had in mind to use Marmaray to go to Küçükçekmece and then to Avcılar. I thought it was the shortest and less crowded way.


From here I came across the famous Kuru kahveci Mehmet Efendi. The coffee here is the best in Istanbul. No matter what anyone says, but at that time of the day and in the crowd, I definitely couldn't stand in that queue, so I promised myself the next time and passed this time.


Although with the restoration work ‘like new’ (in my opinion, the historical texture had to be preserved). It is quite clean. These parts are not that crowded. The reason is immediately obvious. They spray perfume on the spices and teas to make them smell nice. These smells are very ugly even to the nose of someone who does not know.

When I left here, I arrived at the famous PTT building. This building still looks very magnificent.


I would say that the incentives are intact, but it seems as if this building has also returned from the brink of a restoration disaster. Anyway. As I was walking here and still talking to Nabi, something caught my eye.

Stamp Museum


I honestly expected to see more stamps. Most of them were just prints on banners. The rest I already had. I thought I could buy at least some of them, but unfortunately I couldn't.

Then I asked the lady working there if I could send postcards with tracking and she said no. They are only symbolic and don't reach where they are supposed to go, which is what happened the last time I tried.

The postcard I tried to send to Nabi, directly to his address, never reached him. However, I loved that postcard very much. That's okay. Next time I'll send it with tracking.

After a 1.5 hour Marmaray and bus journey, I luckily made it home. I bought a flower from a florist I saw on the way, who had a baby in her hand, as much as I could afford.

The Romanies here are honourable people. They are just trying to earn a living. They know that life does not treat them fairly, so they do what they can. Like trying to sell flowers in the wind with the baby she was still breastfeeding.


These tiny colourful flowers look so beautiful to me. They reminded me of Nabi's blue. In the morning I had bought myself a blue flower buckle and my cardigan was blue. That day was Nabi's blue for me. When I called him again and showed him this flower, the gentleman asked his questions titled ‘what's the need?’. I insisted that it was your blue, but I couldn't make him listen.

Now these flowers are being looked after by my aunt. I know they won't last long, but they are still beautiful and I think the purpose of the purchase is also beautiful. So let them wither after 2 hours.

Anyway, you know what? I'm feeling a little tired and a little melancholic. Also, since I know that this writing is not a travel writing, I'm sharing it with our valuable community. Let's get some vitality in us.

See you tomorrow. Take care of yourself, stay with health and love and please remember that;

You are the only one of you.


Bütün fotoğraflar aksini iddia etmediğim sürece benim tarafımdan, akıllı telefonumla çekilmiştir.
All photos are taken by me, with my smart phone unless otherwise stated.


All of my content is written in Turkish first and then with the help of translators and dictionaries below translated in English.

https://www.seslisozluk.net
https://www.deepl.com/translator


P.S. If you know English AND Turkish, I do that too... If you see a translation discrepancy that was on purpose. I did think this is as proper as I could do. Because there are many differences between these languages.

Not: Hem Türkçe hem de İngilizce biliyorsanız, ben de biliyorum... Eğer çeviri farklılığı görürseniz bunun bilinçli olduğunu bilin lütfen. Bunu yapabileceğim en uygun şekilde yaptığımı düşünüyorum. Çünkü bu iki dil arasında çok fazla fark var.

Sort:  

Curious about HivePakistan? Join us on Discord!

Delegate your HP to the Hivepakistan account and earn 90% of curation rewards in liquid hive!

50 HP
100 HP
200 HP
500 HP (Supporter Badge)
1000 HP

Follow our Curation Trail and don't miss voting!

Additional Perks: Delegate To @ pakx For Earning $PAKX Investment Token


Curated by bhattg