Herkese yeniden merhaba. 🙋♀️
Uzun zaman oldu görüşmeyeli, çok çok uzun sürdü sanki bu kez.
Nasılsınız, umarım iyisinizdir. 🌸
Ben de iyi olmaya çalışıyorum. Kanadımın biri kırılmış gibiydi günlerce. Bir de yaşadığım rahatsızlıkların ardından bugün kendimi iyi hissedince hemen bir şeyler yazmak için geldim.
Sayfama baktığımda, ocak ayında başladığım 'ada temalı' okuma ve izleme serimin sekteye uğradığını gördüm. Bunu telafi etmeliydim. Keşke her şey bu kadar basit olsaydı öyle değil mi? Neyse.
Mart ayının kitabı olarak yıllar önce e-kitap versiyonunu okuduğum, çok beğenince yazılı hâlini de satın alıp ileride tekrar okumak üzere bir kenara koyduğum Sineklerin Tanrısı'nı seçtim.
Nobel Edebiyat Ödüllü yazar William Golding imzalı bu klasik eserin ismini duymayan yoktur diye tahmin ediyorum. Her sene çok satanlar ve çok okunanlar listesinde görüyorum onu çünkü.
Yıllar sonra yeniden okumak benim için de farklı bir deneyim oldu. Eskiden beni heyecanlandıran veya hüzünlendiren yerlerde aynı hisleri duyabilecek miydim acaba diye merak ediyordum kendimce.
Konusundan kısaca bahsetmem gerekirse; altı ile on iki yaşları arasındaki bir grup çocuk, savaş ortamının tekinsizliğinden kurtarılarak güvenli bir yere götürülmek istenir. Bindikleri uçak saldırıya uğradığı için düşer ve çocuklar kendilerini ıssız bir adada bulur.
Bu hikâye çok tanıdık değil mi? Geçen andığım Jules Verne'in İki Yıl Okul Tatili veya ileride bahsedeceğim R. M. Ballantyne'ın Mercan Adası kitabındaki gibi tıpkı. Zaten yazar Golding de bunun bilincindedir ve özellikle Mercan Adası'na atıfta bulunur. Hatta bu benzerliği daha da vurgulamak için iki baş karakterine oradaki çocukların isimlerini verir: Ralph ve Jack.
Yalnız bu diğerlerinden oldukça farklıdır. Hiçbir yetişkinin hayatta olmadığı ve sadece çocuklardan oluşan bu ıssız adalar benzer olsa da içinde yaşananlar bambaşkadır. O ikisinde iyimserlik, dostluk ve kardeşlikle örülü bir cennet tasavvuru hâkimken burada kin, nefret, düşmanlık ve gaddarlığın hüküm sürdüğü bir cehennem ortamı vardır. Her iki örnekteki özneler çocukken aralarında nasıl bu kadar devasa bir fark olabilir? Hani her çocuk saftı, temizdi?
Bunun böyle olmadığını bu kitabın sayfalarında tüm gerçekliğiyle görmek mümkün. Aslında her çocuk bir küçük insandır. Gücünün yettiği ölçüde kötülük yapabilir...
Kitap 248. sayfada bitiyor gibi görünüyor. Fakat aslında sonraki sayfada yeniden başlıyor. Sonsözde çevirmen Mina Urgan tarafından kaleme alınan 13 sayfa, hikâyeyi özetlerken boşlukları dolduran yapısıyla da tüm soru işaretlerine yanıt verir nitelikte. Karakter tahlillerini de çok beğendim. Birçok altı çizili cümlem var o bölümde. Bir de şunu belirtmeliyim ki bu kitap asla bir çocuk kitabı değil. Söyleme ihtiyacı hissettim çünkü bu yönde bir algı var.
Sonrasında 1990 yapımı Lord of the Flies filmini izledim. 1954 tarihinde yazılan Sineklerin Tanrısı'nın uyarlandığı bu dramatik gerilim filminde en can alıcı sahnenin, özellikle kitaba ismini veren sahnenin yansıtılmamış olması hayal kırıklığıydı benim için.
Bir de kitapta yetişkin hiçbir insan kurtulamamışken burada yaralı pilotun olması saçmaydı. Kitaptaki korkutucu canavar da burada kuşa dönmüştü resmen. Neden asıl hikâye yerine bunu çektiler anlam veremedim. 🤷♀️
Yönetmen Harry Hook ve senarist Sara Schiff soruma cevap verebilselerdi keşke.
1963 yılında çekilen siyah beyaz bir Lord of the Flies filmi daha varmış. Belki o daha iyidir ama onu da izleme gücünü bulamadım kendimde. Peter Brook'un yönetmen ve senaristliğini yaptığı bu filmin, aslına oldukça sadık kaldığı ve en iyi uyarlamalardan biri olduğunu öğrenince fikrim değişti biraz. Belki ilerideki günlerde bakabilirim.
Böyle dedim ama acayip şekilde merak ettim. En iyi uyarlama olduğunun söylenmesi beni kendine çekti. Eğer şimdi izlemesem sonrası hiç olmaz dedim ve açtım. 🙆♀️
-Birkaç saat sonrası-
İyi ki kararımı değiştirip seyretmişim bu filmi de. 'En azından aklımda kalmaz' diye başlamıştım ama gerçekten hoşuma gitti. Kitabın atmosferini karşımda görebildim bu kez. Canavar sahnesini düzgün şekilde yansıtmaları güzel taraflarından biriydi.
Buradan sonra spoiler verebilirim.
Eğer kitabı okumak istiyorsanız devam etmeyebilirsiniz. Okuyacak vaktiniz yoksa ve ilginizi çektiyse, o zaman 1963 yapımı filmini izlemenizi tavsiye ederim. Vahşileşen çocukların sonunu merak ediyorsanız eğer..
Teşekkür ederim eşlik ettiğiniz için. 💐
Çocuklar iki gruba ayrılır. Ralph'ın başında olduğu grup akla uygun hareket eder. Barınak yapmak, yiyecek toplamak, uzaktan geçen gemilerce görülmek için ateş yakmak ve onu canlı tutmak isterler.
Kurtulmak ister Ralph ve umudunu tıpkı ateş gibi canlı tutar. Saf iyi olan Simon ile bilgisini ve aklını iyilik için kullanmak isteyen Domuzcuk, Ralph ile birliktedir. Onun akıl hocalarıdır adeta.
Domuzcuk'un gerçek adını hiçbir zaman öğrenemeyiz. Arkadaşlarının, dış görünüşüyle alay ettiği için taktığı çirkin bir lakaptır o. Bu onu da biz okuyucuları da üzer.
Jack'in tarafı eğlenmek ve avlanmak ister. Saf kötü olan Roger ile ikili olan Jack, adadakileri güdümü altına alır ve onlara cehennemi yaşatır.
Adadan asla kurtulmak istemediği için hükümdarlığını pekiştirmek ister. Günler geçtikçe oluşan rekabet, korku ve güvensizlik ortamı sonucunda demokratik düzenden kabileciliğe geçiş yaparlar.
Yüzlerini ve vücutlarını boyayarak savaş tamtamlarını andıran sesler çıkarıp korku salar, mızraklarla oradan oraya koşturarak kendilerini savaşçı ve avcı ilan ederler.
Jack duraklayıp çevresine bakındı. Yüzünü örten boya maskesinin arkasında utançtan da kurtulmuştu, kişiliğinin bilincinden de. (sf 171)
Burada kutuplaşan iki grup vardır. Ralph'ın lider seçildiği ve birkaç çocuğun olduğu topluluk; okyanustan buldukları kocaman deniz kabuğunu elinde tutanın söz sahibi olduğu ve fikirlerin açıkça paylaşıldığı güvenli ortamı temsil eder. Deniz kabuğu, düşünce özgürlüğünün simgesidir adeta.
Jack, vahşi topluluğunu "bilinmeyen" ile korkutarak onları kendine daha da çok bağlar. Çocukların "canavar" dediği ve ölesiye korktuğu, öldürdükleri domuzların başını sundukları ve bu şekilde hayatta kaldıklarına inandıkları şey ise ölü bir paraşütçüden başkası değildir.
Uzun süre önce paraşütün ipleri ağaçların dallarına takılı kalan ve ölen bir insandır o. Rüzgarın etkisiyle paraşüt havalanır ve garip sesler çıkarır. Uzaktan canavarı andırdığını düşünen hayal gücü geniş çocuklar ondan korkar ve bu sayede Jack'in kontrolü altına girer.
Öğrendiğime göre Sineklerin Tanrısı adı İbranicede bazen şeytan anlamında da kullanılan Beelzebub kelimesinden geliyormuş. (sf 257)
Lucifer ve diğerleriyle birlikte cehennemi yöneten yedi cehennem efendisinden biri olarak da anılırmış. Tanah'ta geçen Baʿal Zəvûv, tanrıya tapanları haşereye benzetmek için kullanılmış.
Kaynak
Yazarın, kitabına bu ismi tercih etmesinin nedenini daha iyi anlamış oldum şimdi. Ürkütücüydü bilgiler ve resimler. 👀
Simon'un önünde değneğe takılı duran Sineklerin Tanrısı sırıtıyordu. Sonunda Simon dayanamadı; başını kaldırıp Sineklerin Tanrısına baktı. Beyaz dişleri gördü, donuk gözleri gördü, kanı gördü. Gözleri o çok eski, o yadsınamaz bilgiyi kabul etti. Sağ şakağında bir damar, beynini dövercesine zonklamaya başladı. (sf 168)
Hem kitabı ikinci okuyuşumdu hem de uyarlanan iki filmini de izlediğim için iyice içselleştirdim bu hikâyeyi. Birkaç cümlede özetlemem istenseydi eğer onlara şöyle derdim: 'Canavardan korkarken canavara dönüşen bir grup çocuğun hikâyesiydi bu.'
İnsan bazen kaçtığı kişiye/şeye dönüşür, kötülerle savaşırken kötülerden olduğu gibi tıpkı..
Buraya kadar okuyan arkadaşım varsa eğer, teşekkür ederim. 💐
Siz Sineklerin Tanrısı'nı okudunuz mu veya filmlerinden birini izlediniz mi?
En büyük uygarlıklar vahşete, demirin pasa yakınlığı kadar yakındır.
Schopenhauer